YAZ MEVSİMİ İLE BİRLİKTE GIDA ZEHİRLENMELERİ DE KAPIMIZI DAHA ÇOK ÇALMAYA BAŞLADI….

Gıda zehirlenmeleri gerekli önlemler alınmadığı taktirde her zaman başımıza gelebilecek tehlikelerin başındadır. Ancak ne yazık ki sıcağı seven yalnızca bizler değiliz, mikroorganizmaların büyük kısmı da bayılırlar yaz sıcaklarına…


Gıdalar bizi mikrobiyolojik olarak iki şekilde hasta ederler:

1-üzerlerinde üreyen bazı mikroorganizmaların kendilerini tükettiğimiz zaman

2- bazı mikroorganizmaların o gıdada ürettiği toksinleri tükettiğimiz zaman

Gıdalarda üreyen mikroorganizmalar ancak belli miktarlarda tükettiğimiz zaman bizleri hasta edebilirler. Bu durum ürettikleri toksinler için de geçerlidir. Gıda zehirlenmelerinde önemli olan tüketilen mikroorganizma veya mikroorganizmanın ürettiği toksinin miktarı ve bireyin özellikleridir. Örneğin, aynı yiyeceği yiyen iki kişiden biri yiyeceğin mikroorganizmaların yoğun ürediği bölümünü yemesi ile hasta olurken diğeri mikrobiyal olarak daha temiz bölümü tükettiği için hastalanmayabilir. Çocuklar, yaşlılar, bağışıklık sistemi zayıf olan insanlar ve kanser gibi konik hastalığı olan kişiler gıda zehirlenmelerine daha açık olurlar. Bu bireylerde çok daha düşük miktarlar bile zehirlenmeye neden olabilir.

Karpuz ve beyaz peynir…yaz aylarının vazgeçilmez ikilisi…


Peynirlerin cinsleri yapılış tekniklerine ve içerdikleri malzemelere göre değişiklikler gösterirler. Ancak hepsi için aynı olan ve vazgeçilmez kural kullanılan sütün mikrobiyolojik kalitesi, yapıldığı ve depolandığı yerin hijyenik koşullarıdır. Beyaz peynir yapılırken mutlaka sütün bir ön ısıl işlemden geçmiş olması gerekmektedir.

ÜRETİM, DENETİM, BİLİM ve ÜZÜLEREK...Listeria!!!

Listeria… Son günlerde herkesin dehşet içinde birbirine ne olduğunu sorduğu, gazetelerin manşetlerinden inmeyen, biz gıdacıların ise sürekli hakkında uyarıda bulunduğumuz mikroorganizmalardan sadece biri... Aman çiğ süt içmeyin, çiğ et alırken, saklarken, işlerken dikkat edin diye feryat etmemin, defalarca lütfen “çiğ süt daha sağlıklıdır diyenlere” aldırmayın dememin nedeni sanırım daha iyi anlaşılmıştır.


Listeriosis, Listeria monocytogenes bakterisinin neden olduğu bir hastalıktır. Listeria monocytogenes,genel olarak çevre, toprak, su, lağım, silo, kuş ve diğer bazı hayvanlarda bulunur. Kontrolsüz üretim, saklama ve işleme sonucunda da yiyeceklerimize bulaşır. Çiğ süt, çiğ sütten üretilmiş peynir, yoğurt, çiğ et ve bazı işlenmiş et ürünleri bu bakterinin en çok görüldüğü yiyeceklerdir. Lağım suyunun sulama suyuna karışması da bazı meyve ve sebzelerin Listeria monocytogenes ile kirlenmesine neden olabilir. Son yıllarda Avrupa’da, Amerika’da ve Avusturalya’da da çiğ sütten yapılmış bazı peynir çeşitlerinden, sosisden ve hazır köfteden

BEN NASIL KİLO VERDİM


Bana soran arkadaşlarıma nasıl kilo verdiğimi anlatıyorum, ancak yüz ifadelerinden bana pek de inanmadıklarını anlıyorum. Sıkı bir diyet ve egsersiz programı uyguladığıma o kadar eminler ki, “Doğru besleniyorum” demem pek de birşey fark etmiyor. Ama ben demeye devam edeceğim.

Hekim tarafından belirtilen başka bir nedeni olmadığı taktirde kilo almanın en önemli nedenleri yanlış-dengesiz beslenmek ve hareketsizliktir. Birçok konuda olduğu gibi kilo almamak veya vermek kişinin kendisine inanmasıyla başlıyor ve hurafeler yerine bilimsel doğruları takip etmek ile de başarıya ulaşıyor. Benim en büyük şansım tabii ki gıdalar ve beslenmenin temel ilkeleri konusunda uzmanlaşmış olmam. Kısacası yine anahtar kelime “beslenme eğitimi”...

YAZ KAPIMIZDA…


- Renkli renkli meyve ve sebze tüketelim…Çoklu beslenme doğru beslenmenin temel unsurudur. Farklı yiyecek gruplarından aldığımız besinlerin birbirinden farklı olduğunu, bu nedenle çoklu beslenmemiz gerektiğini defalarca yazmıştım. Aynı yiyecek gruplarınının içinden de değişik yiyecekler tüketmemiz dengeli beslenmek için çok önemlidir. Örneğin her biri et ürünü olmasına karşın kırmızı et, tavuk ve balıktan aldığımız besinler

PROBİYOTİK-PREBİYOTİK GIDALAR

Marketlerde sıklıkla probiyotik ve prebiyotik ürünlere rastlıyoruz. Ancak doğal olarak da ne anlama geldiklerini çoğumuz bilmiyoruz...

Mikroorganizmalar (çoğumuzun deyişi ile mikroplar) yaygın inancın tersine vucudumuz için her zaman zararlı değillerdir. Bağışıklık sistemimizin bir parçası olarak bizi hastalıklara karşı savunurlar, bağırsaklarımızın doğal mikroflorası içinde bulunurlar, sindirim sistemimizin işleyişini düzenlenler, kısacası hayatımız içinde önemli yer tutarlar.

Probiyotik mikroorganizmalar sindirim sisteminde bulunan ve sağlığımız için önemli “yararlı” mikroorganizmalardır. En yaygın olarak bilinen probiyotikler, süt şekerini (laktoz) laktik asite çeviren laktik asit bakterileridir. Bu bakteriler bağırsaklarda ve birçok fermente süt ürününde doğal olarak bulunurlar. Geçirdiğimiz bazı hastalıklar, antibiyotik kullanımı, alkol kullanımı, stress gibi etkenler bu bakterilerin

SOKAKTA SATILAN YİYECEKLER

Sabah benim işe gidiş, akşam da dönüş saatlerim genellikle çalıştığım üniversitenin tam karşısındaki okulun başlama ve bitiş saatlerine denk geliyor. Sabah ve akşamın benim en çarpıcı yanı ellerinde simit, poğaça olan çocukların sayısının çokluğu...hatta bazen üşenmeyip görüş açımın içinde kaç tane elinde simit, poğaça v.s olan çocuk var diye de saydığım olmuştur. Yarıyıl tatilinin bitmesi ile tekrar başladık...

Hepimiz okul kapılarından sokak aralarından bu tür yiyecekleri mutlaka satın almışızdır. Yaşadığımız sosyal ortamın, kültürümüzün vaz geçilmez parçasıdır onlar. Ancak benim canımı sıkan sokak yiyeceklerin tüketiminin hızla artması. Hep doğru ve sağlıklı beslenme davranışlarından söz ediyoruz. Gelişen endüstriye ve değişen hatta birçok açıdan zorlaşan hayat şartlarına bağlı olarak beslenme kültürümüz ve davranışlarımız da değişiyor. Ben küçükken okuldaki beslenme saatlerini her gün bir anne üstlenir ve beslenme saatinde köfte-ekmek, süt, haşlanmış yumurta, minik doğranmış meyveler, salatalık, sandviç, gibi evde hazırlanmış yemekler getirirdi bütün sınıfa. Okulun dağılmasına birkaç saat kala da başka bir anne

UZUN ÖMÜRLÜ SÜT İLE GÜNLÜK SÜT ARASINDA NE FARK VARDIR?


Bu aralar çok sıklıkla aldığım sorulardan birini sizinle paylaşmak istedim.

Her şeyden önce sütü asla çiğ olarak tüketmemeliyiz. Sokak sütleri veya varsa bizim kendi hayvanımızdan sağdığımız sütler insan sağlığına çok ciddi zararlar verebilecek mikroorganizmalar içerirler. Hele ki sağım, saklama ve satış koşulları sağlığa ve standartlara uygun değilse durum daha da vahimdir.

Günlük sütler çiğ sütün doğal ve biyolojik özelliklerine zarar vermeden 63 °C de 30 dakika veya 72 °C de 15 saniye ısıl işleme tabi tutulup ardından aniden soğutularak üretilirler. Bu işleme “pastörizasyon” denilir ve amacı patojenik bakterileri öldürmek veya etkisiz hale getirmektir. Pastörizasyon ile sütteki toplam canlı bakteri sayısı önemli ölçüde azalmakta ancak, sıfırlanmamaktadır. Ayrıca bu işlem sırasında mikroorganizmaların bir kısmı yaralanmakta ve uygun ortam oluştuğunda kendilerini yenileyerek üremeye